Prurigo Nodularis ve Atopik Dermatit Hastalarında İmmünolojik Peyzajın Çok Boyutlu Analizi: Adaptif ve Doğal İmmün Yanıtın Sitokin-Kemokin Aksı, Kemokin İmzası ve HLA Profillemesi Üzerinden Değerlendirilmesi


Tan Ç. (Yürütücü), Kartal D., Erdoğdu E., Güngör S.

  • Proje Türü: TÜBİTAK Projesi
  • Proje Grubu: Tıp Sağlık
  • Projenin Yürütüldüğü Birim: Tıp Fakültesi
  • Başlangıç Tarihi: Kasım 2025
  • Bitiş Tarihi: Kasım 2028

Özet

Prurigo nodularis (PN) ve atopik dermatit (AD), kronik ve tekrarlayıcı kaşıntının ön planda olduğu inflamatuar cilt hastalıklarıdır. Bu hastalıklar, yalnızca deri lezyonlarıyla sınırlı kalmayıp, hastaların yaşam kalitesi üzerinde derin olumsuz etkiler yaratmaktadır. Sürekli ve şiddetli kaşıntı, uyku bozukluklarına, psikososyal problemlere ve günlük aktivitelerin kısıtlanmasına yol açarak bireylerde ciddi bir stres kaynağı oluşturur. Hastaların çoğunda anksiyete ve depresyon gibi psikiyatrik komorbiditeler de gelişebilir. PN ve AD, hem patogenez hem de klinik seyir açısından ortak yönler taşımakla birlikte, her iki hastalık için de kesin mekanizmalar henüz tam olarak aydınlatılmış değildir. AD, özellikle çocukluk çağında sık görülen bir hastalık olup tip 2 inflamasyonun baskın olduğu bir immün yanıtla karakterizedir. Hastalığın patogenezinde IL-4, IL-13 ve IL-31 gibi sitokinler belirgin rol oynar. PN ise, daha çok erişkinlerde ve kronik kaşıntının ön planda olduğu durumlarda gelişir. Son yıllarda yapılan çalışmalar, PN'nin yalnızca kaşıntıya bağlı gelişen bir cilt hastalığı olmadığını, aynı zamanda kompleks immünolojik süreçlerin ve nöroinflamasyonun da işin içinde olduğunu ortaya koymuştur. PN'de de tip 2 inflamasyon belirgin olmakla birlikte, tip 1 ve tip 17 yolaklarının da rol oynadığı gösterilmiştir. PN ve AD'nin farklı ırklarda ve cilt fenotiplerinde değişken klinik prezantasyonlarla ortaya çıkması, bu hastalıkların patogenezindeki çeşitliliğin bir göstergesidir. Örneğin, Asya ve Afrika kökenli bireylerde AD'nin farklı fenotiplerle seyrettiği, beyaz ırka kıyasla inflamatuar profillerinin değişkenlik gösterdiği bilinmektedir. Benzer şekilde PN'de de farklı etnik gruplarda değişen immünolojik paternler bildirilmiştir. Bu farklılıkların altında yatan genetik ve immünolojik mekanizmalar halen net olarak anlaşılamamıştır. Mevcut literatürde, PN ve AD'nin immünolojik süreçlerinin ayrıntılı olarak karşılaştırıldığı çalışmalar sınırlıdır. Oysa her iki hastalığın immünolojik paternlerini daha iyi anlamak, yeni tanı ve tedavi stratejilerinin geliştirilmesine katkı sağlayabilecektir. Bu bağlamda, hastalıklarda ortak ve farklılaşan immünolojik süreçleri incelemek, patogenezdeki bilinmezleri aydınlatmak adına büyük önem taşımaktadır. Bu çalışmada, ülkemizde daha önce yapılmamış kapsamlı bir analiz gerçekleştirilerek, atopik dermatit ve prurigo nodularis hastalarının immünofenotiplendirilmesi amaçlanmaktadır. Bu doğrultuda, hem adaptif hem de doğal immün yanıt ele alınarak, sitokin-kemokin aksı detaylı şekilde incelenecektir. Özellikle, serum kemokin seviyeleri ve cDNA üzerinden kemokin ekspresyon profillerinin bir arada değerlendirilmesi hedeflenmektedir. Bunun yanı sıra, kemokinlerin üretim ve salınım mekanizmalarının karşılaştırılması da çalışmanın temel bileşenlerinden biridir. Kemokinlerin, deri inflamasyonunda nasıl bir rol oynadığı ve bu sürecin atopik dermatit ile prurigo nodularis arasındaki farklılıkları nasıl şekillendirdiği bu çalışma ile ortaya konacaktır. Özellikle, HLA profillemesi de dahil edilerek, immün yanıtın genetik temelleri araştırılacaktır. PN ve AD hastalarında farklı bağışıklık hücre popülasyonlarının kemokin salınımına nasıl katkıda bulunduğu detaylı olarak incelenecek ve elde edilen bulgular ışığında yeni biyobelirteçlerin tanımlanması hedeflenecektir. Sonuç olarak, bu çalışma, atopik dermatit ve prurigo nodularis hastalarında immünolojik süreçleri multidisipliner bir yaklaşımla ele alarak, hastalığın klinik ve immünolojik yönlerini daha iyi anlamayı amaçlamaktadır. Elde edilecek verilerin, hem hastalık mekanizmalarının açıklığa kavuşturulmasına hem de gelecekte daha etkili tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesine katkı sağlaması beklenmektedir.